"bizi seçerseniz, cennet'in ırmakları ab-ı hayat yerine şarap akacak!"
alkışlar...
"asıl bizi seçerseniz, cennet bahçesi'nde tapulu eviniz olacak!"
alkışlar... alkışlar...
anlayacağınız, işi gücü olmadığı için televizyona saran cennet halkı da siyasetten nasibini almıştı. özellikle suriye'den gelenlerin demokrasi propagandaları yerini bulmuş, cennet kendi içinde 5 tane parti çıkarmıştı. tanrı ve melekler ise ellerinde çekirdekler ve bisküvilerle olan biteni izliyor, birbirlerine ikram ediyor, gülüşüp şakalaşıyorlardı. hiçbirinin müdahale etmeye niyeti yoktu. tanrı neler olacağını zaten biliyor, melekler ise emir gelmedikçe herhangi bir şey yapmayı akıllarına bile getirmiyordu.
en güçlü iki partiden birinin başında bektaşi, diğerinin başında mimar sinan bulunuyordu. ikisi de kendi zevklerine ve becerilerine göre çılgınca projeler uydurmakta sınır tanımıyorlar, cennet ahalisini yalanlarına inandırabilmek için şekilden şekle giriyorlardı. ne de olsa demokraside gerçekleştirilemeyecek şeyleri uydurmak da serbestti. kim daha iyi uydurur, halkı daha iyi ikna ederse, sözünü tutmamak onun hakkı sayılıyordu.
melekler herhangi bir hamlede bulunmasalar da meraktan çatlayacak duruma gelmişlerdi. bir şekilde işleri çıkar da sonunu izleyemezler diye endişeleniyorlardı. en meraklılardan biri dayanamadı, gözünü bahçede cereyan eden mitingden ayırmadan, iki çekirdek arasında tanrı'yı dürttü.
"şimdi bunlardan biri seçilirse komutan mı olacak?"
tanrı istifini bozmadı, omuz silkmekle yetindi.
"yoo..."
ilk melekten cesaret alan iki numara ortaya daha radikal bir fikir attı.
"nasıl olacak yani? senin yerine mi geçecek?"
"yok canım, olur mu öyle şey?"
üçüncü bir meleğin aklına yaratılan ilk insan geldi. tanrı onu meleklerden üstün tutmuş, o maymundan bozma çamur parçasına secde etmeyenleri cennet'ten kovmuştu. yerlerinin yine tehlikede olduğunu, tanrı'nın seçimden galip çıkanlara melek kanatları vereceğini düşündü. o aşağılık yaratıklarla aynı statüde olmayı kabul edemeyeceğini içinden geçirirken, bir anlık şüpheye düştü ve kendini cehennem'de buldu.
diğer melekler gözlerini miting alanından ayırmadıkları için bunu fark etmediler. en militaristlerinden biri hevesle sordu:
"e, ne olacak peki? cehennem'e savaş falan mı açacaklar?"
"tabii ki öyle bir şey olmayacak."
"biri cehennem'i de cennet'e katacaklarını ve artık kardeşçe yaşayacağımızı söylüyordu ama?"
"yapamaz ki. inanmadın herhalde buna?"
"inanmaktan değil de... ya tanrım, uzatmadan söylesene, şu seçimler sonucunda ne olacak?"
tanrı çenesindeki sakalları keyifle çekiştirdi. gülümseyerek, "bir şey olacağı yok," dedi, "kendi aralarında eğleniyorlar işte..."
--------
cehennem'e düşen melek iyice feleğini şaşırmıştı. burada işler hiç de uzaktan izlediği gibi değildi. dumandan göz gözü görmezken, işkencenin boyutları sadece yükselen çığlıklardan anlaşılıyordu. duman da bir tuhaftı. kokusu ne kükürde benziyordu ne de mangala. melek ciğerlerini çıkarırcasına öksürürken bir zebani dumanların arasından fırladı, önünü görmediği için meleğe çarptı. ikisi de düşüp bir süre yuvarlandılar.
durdukları zaman melek neler olduğunu öğrenmek için, aldığı cennet terbiyesiyle "afedersiniz" diye cümleye başladı. zebani hemen "affetmek allah'a mahsus" diyerek meleğin lafını böldü, elindeki copla allah ne verdiyse vurmaya başladı. meleğin sırtı, bacakları, kafası aldığı darbelerle yamulurken, zebani bir anda normal bir insanla uğraşmadığını fark etti. vurmayı kesti, tek kaşını kaldırıp meleği süzmeye başladı.
"ne yapıyorsun sen burada?"
"ben de onu soracaktım ama bırakmadın ki be mübarek!"
"kusura bakma, biz de görevimizi yapıyoruz."
"öyle olsun baka..."
meleğin cümlesi bu kez de dumanların arasından uçarak gelen bir taşla kesildi. cop darbelerine karşı bir şekilde ayakta kalmayı başaran melek, alnının ortasına isabet eden taşla yere yığılıverdi.
gözlerini açtığında devasa bir odadaydı. birkaç zebani ve iblis'in bizzat kendisi başına eğilmiş, merakla meleğin kendine geleceği anı bekliyordu.
"hah! uyandı sonunda!"
iblis gülümseyerek meleğin suratına nah yaptı.
"bu kaç?"
"sen onu al da... çerçeveletip duvarına as! terbiyesiz!"
zebanilerin zevzek gülüşleri arasında melek ayağa kalktı. yaraları sarılmış, suyu ve ağrı kesicileri yanına bırakılmıştı. iyice kendine gelince iblis’le masaya geçtiler.
"ne oldu, anlat bakalım. nasıl düştün buraya?"
"cennet'te işler çok karışık. sanırım tanrı insanlara da bizim kanatlardan vermeyi düşünüyor. bundan şüphelenirken kendimi cehennem'de buldum."
"enteresan... tanrı neden insanlara kanat versin ki?"
"cennet'te bir seçim yapılıyor. kazananlar melek olup buraya saldıracaklar sanırım. pankartlardan birinde 'cennet cehennem kardeştir, ayıranlar kalleştir' yazdığını gördüm. parti başkanı da onayladı, 'cehennem'i de buraya getireceğiz, kardeş kardeş yaşayacağız' dedi. bunun için de meleklerin ne yaptığını biliyorsun, barışı sağlamak için orduyla giriyoruz biz. başınız belada yani."
iblis kaşlarını çattı. meleğin anlattıkları mantıksız değildi. tek anlayamadığı, cennet'te neden bir seçime veya yeni bir orduya gerek duyulduğuydu. hiçbir hazırlık yapmadan girseler cehennem'i terlemeden alırlardı ama tanrı ve iblis arasındaki anlaşma nedeniyle durup dururken saldırmıyorlardı. bu işte bir gariplik vardı.
"bunu biraz düşüneyim ben. sen takıl burada. bir şeye ihtiyacın olursa kapıdaki zebaniye haber ver, dışarı çıkma."
"tutsak mıyım yani?"
"ne olduğunu şimdilik bilmiyorum, tanrı'nın sınavlarından biri bile olabilirsin. ama burada kalman güvenliğin açısından daha iyi. ya da istersen çık ama dışarıda çiğ çiğ yerler seni, söylemedi deme."
melek kulenin penceresinden dışarı bakınca iblis'in ne demek istediğini anladı. ne zebanilerin ne de insanların çocuklara bile merhamet göstermedikleri bu yerde meleği de bayrak direğine oturtmaktan çekinmeyecekleri belliydi.
-------------
"olm n’aptınız cennet'e? ben size uğraşmayın şunlarla demiyor muyum ya?"
"abi, belamı ver ki bir şey yapmadık! bak deccal'ın başı üstüne yemin ediyorum ya!"
"ulan ne diye saldırıyor bu pırpırlar bize o zaman?!"
iblis kara kara düşünüyor, yine de mantıklı bir neden bulamıyordu. anlaşmanın süresinin dolmasına daha çok vardı. zebaniler de aradan geçen yüzyıllar içinde iyice olgunlaşmış, meleklerle uğraşmaktan vazgeçip kendi işlerine bakar olmuşlardı. öyle eskisi gibi cennet'in zilini çalıp kaçma, melekleri köşeye kıstırıp ilahileri tersten okutma gibi haytalıklar geride kalmıştı. ki o zaman bile tanrı sadece "çocuklarına hakim ol, cehennem'i başına yıktırtma" diye mesaj gönderirdi. iblis de artistlik yapar, karizmasını çizdirmeden şeytan tüyüyle olayı tatlıya bağlardı ama işin doğrusu, savaş çıkmasından her zaman korkmuştu. çünkü tarihin başlangıcından beri bilinen iki gerçek vardı: birincisi, babaya el kaldırılmaz. ikincisi ise, meleklerin babası iblislerin babasını döver.
"elçi mi göndersek, ne yapsak?"
"tavsiye etmem. bize elçi gönderdiklerinde kafasını kesip geri yolluyorduk."
kendi kendine düşünürken araya giren yabancı ses iblis'in irkilmesine neden oldu.
"sen kimsin lan?"
"osmanlı sultanı, bağdat fatihi, deli mustafa oğlu murat'ım ben."
"manyak mısın sen kardeşim?"
"ayağını denk al iblis efendi! karşında koskoca padişah var!"
"asıl sen ayağını denk al dümbük! senden büyük iblis var! tabii ben bile elçinin kafasını kesip gönderecek kadar ileri gitmedim hiç. niye yaptın ki böyle bir şey?"
"koltuk benim değil mi? ister asarım, ister keserim."
iblis kaşısındaki adamı hiç sevmemişti ama bu özgüvenin eğlenceli bir tarafı da yok değildi. kanuni'nin soyundan geldiklerini hemen belli ediyordu bu tipler.
"eee, ne öneriyorsun peki murat paşa? onlar harekete geçmeden saldıramayız, dediğine göre elçi de gönderemeyiz. ne yapacağız şimdi?"
"cennet'e tebdil-i kıyafet gireceğiz elbette. ne yaptıklarını tam olarak öğrenelim, sonra saldırıp iki ayda alırız kısmetse."
"adam cidden kafayı üşütmüş burada," diye düşündü iblis. verdiği fikir için teşekkür ettikten sonra zebanilerden birini çağırıp murat'ın kafasını aklı başına gelene kadar kaynar suyla ısıtmasını söyledi. sonra da cennet'te rahatlıkla dolaşmasını sağlayacak kılığı hazırlamak üzere ayna karşısına oturdu.
---------
"büyük imam gelecek. anlattıkça ağlatacak, ağlattıkça anlatacak. allah izin verirse dünyada gaflete düşmüş kardeşlerimizi onun önderliğinde doğru yola sokacağız inşallah. dünyanın cümle köşesinden iman sahiplerinin dualarıyla yükselecek, o nurlu yüzüyle cehennem'i de yola getirecek. bana oy verin, büyük imam gelene kadar cennet'in en güzel köşesinde ona layık bir köşk hazırlayalım! bana oy verin, büyük imam önderliğinde allah korkusunu tüm kalplere yayalım! bana oy verin, yalnız kendimizi düşünmek yerine allah adına tüm insanlığı hidayete taşıyalım! ey yüce allah'ım şefahatini esirgeme bizden! imamı bir kez daha liderimiz olarak görmeyi nasip et ya rab!"
yaşadığı zaman büyük imamdan hitabet ve anlamlı ağlama teknikleri eğitimi alan parti başkanı bağırdıkça kendinden geçiyor, kendisini huşu içinde izleyen kalabalığı ağlamaktan helak ediyordu. tam tecvite uygun tonlamayla yeni bir paragrafa geçeceği sırada kürsüye yaklaşan ak saçlı, nur yüzlü adamı gördü. ne söyleyeceğini unutup gözlerinde yaşlarla ayaklarına kapandı.
"hocam!"
"kalk kalk, konuşacaklarımız var."
"sizi görme şerefini biz aciz kullarına bahşettiği için allah'a binlerce şükür! ama sizi henüz beklemiyorduk, vefatınızdan haberimiz bile olmadı. ah dilim tutulsaydı da şu seçime katılmasaydım! ah son anlarınızda dualarımla yanınızda olsaydım!"
"tamam, uzatma. burada neler oluyor, onu anlat."
"demokrasi diye bir şey çıkardılar hocam. bu aralar orta doğu'da çok modaymış, herkes demokrasi istiyormuş. o kıt akıllarıyla eylem yapmaya kalktılar, seçim isteriz diye tutturdular. baktık işler çığrından çıkıyor, yüce rabbimiz de sonsuz inayetiyle bunlara göz yumuyor, onun adına muhalefet etmeye karar verdik. şimdi diyoruz ki öyle demokrasiyle memokrasiyle olmaz, allah'ın dediği olur. yakında siz özgür irade de istersiniz, iyice dinden çıkarsınız diyoruz. herkesi sizin öğretileriniz altında toplamaya ve doğru yola sokmaya karar verdik inşallah."
"cehennem’e saldıracakmışsınız?"
"o kısmı seçim propagandası olarak bizzat ben buldum. ama hayırlısı tabii, seçimden sonra belli olacak. allah izin verirse cehennem'dekileri de imana getirmek istiyoruz inşallah."
"allah izin verecek mi peki?"
"henüz bir şey söylemek için erken. şu seçimler bitsin de... kazanırsak başvurumuzu yapacağız."
iblis olan bitenin farkına varmıştı. anlaşılan tanrı yine kullarıyla oynuyordu. seçimler sonucunda hiçbir şey değişmeyecek, sadece fazla havaya girip işi şirk koşmaya kadar götürenler cehennem'e gönderilecekti. içi rahatlayan iblis "haydi hayırlısı bakalım" diyerek cehennem'e dönmek üzere ayağa kalktı.
birden etraf ışıl ışıl aydınlandı, gözleri kör eden bir ışık miting alanını kapladı. iblis'in yanında iki melek belirdi.
"ne işin var senin burada?"
hem hocasını hem de melekleri bir arada gören parti başkanı yine göz yaşlarını tutamadı, hıçkırıklar arasında kesik kesik iblis yerine cevap vermeye yeltendi.
"hocamız bize destek olmak, dünya, cennet ve dahi cehennem'deki her faniyi hak yoluna yönlendirmek için aramıza katıldı. onun sayesinde demokrasi bizi teğet geçecek hamdolsun!"
"sen bu kafayla seçimi zor kazanırsın. biz de iblis'le imam arasındaki farkı sadece yaşayanların görmediğini sanıyorduk..."
dili tutulan parti başkanı bir iblis'e, bir meleklere baktı. dudaklarından sadece "n-n-nasıl" sözcüğü döküldü.
"çok açık değil mi işte? iblis daha güçlü, imam daha beyaz saçlı. hocana bağlılığından hemen kanmışsın. ama üzülme, yaşayanlar da bu hatayı çok yapıyor."
iyi polis rolündeki melek sözünü bitirirken, diğer melek kötü haberi verdi.
"hocana çok bağlandığın gözümüzden kaçmadı tabii. bütün o gözyaşları, iltifatlar... onun yanında çok mutlu olacağına karar verdik. imam buraya giremeyeceğine göre seni cehennem'e göndereceğiz. hatta şimdiden gönderiyoruz ki ona layık bir yer hazırla. kaç yaşında oldu, gelişi yakındır."
parti başkanı daha fazla dinleyemedi, oracıkta bayıldı. iblis de neden orada olduğunu açıkladı, yanlış anlaşılma için özür diledi. cehennem'e gönderilecek parti üyelerinin tam listesini seçimlerden sonra ileteceklerini söyleyen melekler iblis'i cennet'in kapısına kadar geçirdiler.
--------
iblis odasına girdiğinde cennet'ten kovulmuş melek sıkıntıdan uyuyakalmıştı. günaha girmemek için kütüphanedeki kitaplara bile bakmamış, aklına kötü düşünceler sokar diye kapıdaki zebaniyle tek kelime konuşmamıştı. kapı açılınca uyanıp hemen "ne zaman geri dönüyorum?" diye sordu.
"aaa ben seni unuttum ki. sen niye gelmiştin buraya?"
"bilmiyorum. şüphelendiğim için herhalde."
"o zaman geri dönmen zor. zaten tanrı kimseyi cehennem'e boşuna göndermez. bence buraya bir kere girdiysen umudu geride bırak."
meleğin bütün hevesi o anda söndü. olduğu yere yığılıp çaresizce ağlamaya başladı.
"rica ederim ağlama. bugün ağlayan insan görmekten gına geldi zaten. ayarlarız bir şeyler."
"ne ayarlayacaksın? cennet'ten kovuldum artık, hiçbir şeyin anlamı kalmadı!"
"sana görev verebilirim. hem cennet'tekinden pek farklı da değil. burada da emirlere uyarsın, biri laf ederse 'ben sadece görevimi yapıyorum' dersin, ölmen gerekirse ölürsün."
"tanrı'nın askerinden şeytan'ın polisine mi dönüşeceğim yani?"
"neden olmasın? hem üniformalarımız da daha güzel."
melek ikilemde kalmıştı ama biraz düşününce teklif aklına yattı.
"tamam, kabul. ne zaman başlıyorum?"
iblis dostane bir tavırla meleğe yaklaştı, elini omzuna atıp yürümeye başladı.
"yakında. ama önce biraz pişmen lazım. malum, burada cennet'tekinden daha yaratıcı olman gerekiyor."
bu arada pencereye iyice yaklaşmışlardı. iblis meleği tuttuğu gibi aşağıdaki isyanın ortasına attı. kapıdaki zebani bile buna şaşırmıştı. iblis'in ne kadar usta bir yalancı olduğunu düşünerek sırıttı, "gerçekten çok iyi numaraydı efendim" diyerek patronunu tebrik etti. iblis kaşlarını kaldırıp "numara değildi," dedi, "gerçekten sizden biri olacak."
"o zaman niye aşağı attınız ki? o vahşiler melek falan demez ciğerlerini sökerler."
"öyle olsun zaten. akıllarına gelen her kötülüğü üzerinde uygulasınlar ki öğrensin. sizin gibi psikopatların kolay yetiştiğini mi sanıyorsun? bu da onun eğitimi."
zebani uzaklara bakmadı, geçmişini hatırlamadı. sadece kayıtsızca omuz silkip yeni görevini beklemeye başladı. cehennem'e giren kim olursa olsun, bir süre sonra kalbi mutlaka taşlaşırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder