günlük raporunu vermek üzere iblis'in odasına giren zebani, karşılaştığı manzara nedeniyle bir adım geri attı. şu anda rapor vermek için hiç uygun bir zaman değildi. işin kötüsü, kapıyı kapatıp olabildiğince uzağa kaçmak için çok geçti.
iblis'in her yeri yara bere içindeydi. mızrağını koltuk değneği gibi kullanıyor, kanayan çatal kuyruğu yere değdikçe yüzünü buruşturuyordu. mosmor gözlerinden çıkan ateş ne kadar sinirli olduğunu açıkça gösteriyordu. yanına yaklaşmak intiharla eşanlamlıydı. zebani ne ileri ne de geri gidebiliyor, burnundan soluyan iblis'in patlak dudaklarından çıkacak ilk kelimenin kaderini belirleyeceğini hissediyordu.
- geç otur şöyle. dur. oturmadan bana biraz sıcak su ve tentürdiyot getir. burada sağlık ekibi falan bulundurmuyorduk biz, di mi? sağol. dur oturma. biraz da merhem getir. sırtıma sür. hah, öyle. e5'e çevirdi sırtımı şerefsizler.
- n'oldu efendim?
- anlatsam inanmazsın.
- muhtemelen. ama siz yine de anlatın isterseniz.
- cehennemin dibini biliyorsun, di mi?
- evet, bir kez gitmem gerekmişti.
- hah. adamın biri ölmek üzereyken metresi miras dosyasını bulmuş. kendisine hiçbir şey bırakmadığını görünce sinirlenmiş, adama tam ölürken "cehennemin dibine kadar yolun var" demiş. hoş bir şaka olur diye düşündüm, cehennem kapılarından falan geçirmek yerine direkt oraya gitmesini sağladım. adamı cehennemin dibinde karşılayacaktım, hem sürpriz hem de ders olacaktı falan. biraz erken gitmişim, beklerken volta atmaya başladım. sonra ayağım kaydı ve düştüm.
- düşünce mi böyle oldunuz yani?
- cehennemin dibinde düşersen nereye düşersin biliyor musun?
- şey... hayır?
- dünyaya!
- ?!
- (gözlerini yere indirip burnundan nefes vererek) !
- (gözlerini iyice açıp başını histerikçe iki yana sallayarak) ???!!!
- ("n'oluyo olm, niye manyak manyak hareketler yapıyorsun" dercesine) ?
- ("ha, pardon, bir an aşırı tepki vermem gerektiğini sandım, devam edin siz" der gibi) ...
- eh, 2010 yıl sonra yeniden dünyada buldum kendimi işte. buradan düşünce orada yeri yararak, alevli malevli yukarı çıkıyorsun. çok şık. normal şartlarda insanlar sağa sola kaçışıyor ya da secde ediyor. tabi tahmin edersin ki dünya hiç de eskisi gibi değil. bu kez yüzeye çıktığımda kendimi otobanın ortasında buldum. bir de düşerken keyfimi göreceksin, neler neler bekliyorum böyle... bir norveç'e düşersem en az bir ay kalırım diye düşünüyorum, satanistler krallar gibi yaşatır beni diyorum içimden. ama bende o şans olsa cehennem'de olmazdım zaten. düşe düşe türkiye'ye, hatta daha kötüsü tem'den maslak'a bağlanan yola düştüm.
- bir şey anlamıyorum efendim. maslak ne?
- bir çeşit cehennem. bir yanında köprü trafiği başlar gibi, diğer yanında trafik zaten hiç akmıyor. öyle mendebur bir yer. zaten herkesin canı burnunda, ben de öyle yeri yarıp çıkınca bunlar bir galeyana geldi! nasıl küfür ediyorlar, duysan senin yüzün kızarır! ben yine karizmayı elden bırakmamaya çalışıyorum, başladım gürlemeye. inanır mısın, kornalarla küfürler arasında benim gökleri inleten sesim cılız kaldı. zaten sinirli adamlar, ağzımı da açtığımı görünce sille tokat giriştiler bana. trafik iyice kilitlendi. arkadaki arabalardan da gelmeye başladılar. vurdukça vuruyorlar. bir yarım saat meydan dayağı yedikten sonra polis geldi. allah dedim, biri imdadıma yetişiyor, bunlar beni yaka paça tıktılar ekip arabasına. kimlik soruyorlar, yok tabi üstümde hiçbir şey. apar topar düşmüşüm zaten, cüzdan da yok yanımda, rüşvetle de kurtulamıyorum. merkeze götürdüler bunlar beni. orada da bir temiz dayak çektiler. vallahi yanlışlıkla düştüm diyorum, dinlemiyorlar. sonra nezarette beklemeye başladım. gece bir olay çıkmış, karakolun büyük bölümü oraya gitmek zorunda kaldı, ben de bir şekilde kaçtım.
- vay be... yine iyi kurtarmışsınız bu kadarla efendim.
- bitmedi ki! oradan kaçınca başladım dönüş yolunu bulmak için yürümeye. saat olmuş gecenin kaçı. ben öyle deli danalar gibi yürürken kendimi kasımpaşa'da buldum. sokakta in cin top oynuyor. bir yandan da hissediyorum, cehenneme geçiş kapısı çok yakınımda. keyfim biraz yerine geldi, ıslık çalmaya başladım. bir dakika geçmeden ara sokaklardan üç genç çıktı, bana doğru yürümeye başladılar. piçler, ne almışlarsa ayakta duramıyorlar. kestiler bunlar yolumu, para istediler. ben bu sarhoşlara pabuç bırakır mıyım diyorum içimden; koskoca iblisim, benim de bir gururum var. "cin oldunuz da adam mı çarpıyorsunuz lan" diye bağırdım, her sokaktan biri çıkmaya başladı. üç kişi oldu mu sana otuz kişi?! bunlar da bir temiz sopa çektiler bana, ağzımı burnumu dağıttılar. orada bayılmışım. herhade öldüğümü sanıp bıraktılar. üstümde de bir şey bulamayınca...
- allah korumuş efendim, neler neler yapardı o pislikler.
- allah korumuş olsa şimdi kıçımın üstüne rahat oturuyor olurdum.
- yoksa?!
- (dolan gözlerini yere indirip "mnsktmnibnlri!" der gibi) ...
- ("olur öyle" dercesine omzunu pıtpıtlayarak) ...
- aaarrggghhhh! dokunmasana olm, acıyor! ya neyse. orada bayılmışım öyle, gözümü hastanede açtım.
- bu tedavi edilmiş haliniz mi?
- ne tedavisi canım? hastane dediysem özel hastane değil herhalde, ssk. koridorda yanımda yatan adam üç gündür yarasının dikilmesini bekliyormuş, kangren olmuş. etraf buram buram kükürt kokuyor. tamam dedim, burada da geçiş kapısı var. hemen bulup geri döndüm. orada kalıp tedavi beklemektense, cehennemde yaralarımı kendim dağlarım daha iyi.
- çok geçmiş olsun efendim. sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı?
- sırtıma biraz daha merhem sürsene. şu omzuma da biraz tentürdiyot. agh! üfleyip sür hayvan! tavuğa tereyağı sürüyor sanki! tamam, çekil.
- tekrar geçmiş olsun efendim. bir şeye ihtiyacınız olursa...
- yok yok, sağol. ha, dur bi. o mevzudan kimseye bahsetmek yok tamam mı? birinden duyarsam, bir imalı bakış yakalarsam... bittin sen.
sonra o zebani bitti tabi. ama kimseye bir şey anlattığından değil. gaipten sesler korosunun ağzında bakla ıslanmadığından.